29 Ocak 2011 Cumartesi

Seni Tanıyorum


Yine aynı düşünceler... Sabah sabah, uyanır uyanmaz... N'aapıyordum ben. hayatımın tam olarak hangi evresindeydim, zamanın hangi boşluğunu dolduruyordum. Gelecek kaygıları, planlar, planlar ve yine planlar... Yalandan açık üniversite nereye kadar? Askerlik ne olacak? Bitince ne b*k yiyecem? Şu an çalıştığım iş yerinde daha ne kadar süre devam ederim? Ay sonu, cepte para yok, faturalar ödenmemiş, kira gecikiyor. Kışlık giyecek almalı, mont almalı, bot almalı, püsür almalı. Güç bela doğru düzgün şeyler yiyorum. Tüm bunların yanında bi'kaç sene öncesine kadar gerçek dostum dediğim kimseler ne yapıyor? Neden koptuk birbirimizden? Sorular, sorular...
Bu ve bunun gibi düşüncelerle uyandım yeni güne. Yemek yemeden yatmıştım ve midem yine bana küfürler yağdırıyordu. Uyanır uyanmaz şartlı gibi sigara paketine yöneldim. 15 dakika içinde giyinip evden çıkmam ve işe gitmem gerekiyordu. Peş peşe iki sigara içtim, miğdem iyice ya**ak gibi oldu. Ağzımdaki tatdan ise hiç bahsetmiyorum. Hızlıca giyinip tuvaletin aynasında kendime baktım. Herhangi bir şekil almayacak kadar kısa olan saçlarıma ellerimle baskı uygulayarak şekil vermeye çalıştım, baktım olmuyor, vazgeçip evin kapısına doğru yöneldim. Ayakkabılarımı giyip çıktım. Dışarıda hava kapalı ve soğuk, zayıf bir yağmur atıştırıyor ama rüzgar çok kuvvetli. Binanın girişinden sokağa doğru adımımı attım ve her zaman yaptığım gibi kulaklıklarımı takıp emektar mp3 pıleyırımı çalıştırarak metrobüs durağına doğru yola koyuldum...

                                                                           
34A, kalbimizdesin..

Birbirini tanıdığı halde bir mekanda ya da yolda falan karşılaşınca selamlaşmayan insanlar var. Sayıları da çok fazla. Herhangi bir küslük söz konusu değil. Sadece artık merhabalaşmayı karşılıklı gereksiz görmekten kaynaklanan bi' durum. Karşılaşma anında göz göze gelmemek, mümkünse yol değiştirmek veya başka bi'şeyle, misal cep telefonuyla ilgilenirmiş gibi yapmak bu hastalığın başlıca belirtileri. Halbüki onu tanırsın, ismini cismini bilirsin, beraber içki bile içmişsindir belki. Ama bi' noktadan sonra o insan senin için gereksizleşmiştir ve mecbur kalmadığın durumlar dışında selam vermeye değer bulmazsın.
Ben ve Gizem de bu insanlardan ikisiydik; liseden sınıf arkadaşım Gizem.. Mezun olduktan sonra 2 sene kadar belli aralıklarla görüşüyorduk. ancak ben semtten taşındığımdan beri, yani 4 senedir kendisini görmüyordum. Ve bugün, Gizem'le aynı metrobüste, Avcılar yönüne doğru ilerliyorduk. Otobüs feci halde kalabalıktı. Orta kapıdan binmiş ve bir durak sonra araca koloni halinde binen türbanlı teyzelerin taarruzuna uğrayarak arka kapıya kadar sürüklenmiştim. Ve işte ordaydı... Gizem.. Aman Allah'ım, ne kadar çok değişmişti. O gudubet, kilolu Gizem gitmiş, yerine gül yüzlü, güzel fizikli bi kız gelmişti. "Acaba beni gördü mü?" diye düşündüm. Gözlerim istemsizce sürekli onun yüzüne kayıyordu. Ayaktaydık ve aramızda iki kişi vardı. Hafif çaprazımda, kafasını çevirse beni rahatlıkla görecek bir açıda duruyordu. Bir - iki durak sonra Gizem'le aramızdaki iki kişi kapıya doğru kıvrak hareketlerle ilerlemeye başladı. Belli ki ineceklerdi ve ben Gizem'le yanyana gelecektim. Kaçınılmaz son gerçekleşti, otobüsten indiler. Artık onla aramızda hiç kimse yoktu. Normal olarak toplu taşıma kültür ve etiğine uygun şekilde boşluğu doldurmam ve arkaya doğru ilerlemem gerekiyordu. Kasıtlı olarak ilerlemedim. Ancak otobüs hınca hınç doluydu ve orta kapının orda bi'yerlerden, orta yaşlı insanların homurdanmalarını duyar gibi oldum. En sonunda  biri, "Arkadaşım ilerler misin biraz, boş yerler var, baksana akraba olduk burda!"diyerek beni uyardı. Kalabalıktan kafasının sadece bir bölümü görünüyordu. Tipten başarılı karakter tahlilleri yapan biri olarak, yüzünü seçebilseydim eğer, arıza çıkarabilirdim. "Kusura bakmayın, farketmemişim." diyerek alttan aldım. Gizemle artık yanyanadık. Ve üstelik,  arkaya doğru ilerlerken kazma gibi Gizem'in ayağına basmıştım. Felaketin tam ortasındaydım. Yıllar sonra karşılaştığım ve bu süreçte hiç muhabbet etmediğim eski bir arkadışımın ayağına basmıştım. Hızlıca ayağını çekip suratıma bakmadan benim bir hayvan evladı olduğumu betimleyen vücut hareketlerinde bulundu. Bir durak sonra hem arka kapıdan, hem de orta kapıdan otobüse yığınla insan bindi. Resmen Cennet mahallesinin yarısı otobüsteydi. Ayağımı basıcak yer bulamıyordum. Gizem'le aramızdaki mesafeyi ölçecek herhangi bir uzunluk ölçüsü birimi yoktu. En azından varsa da ben bilmiyodum. Bi'kaç dakika sonra, talihsiz bir şekilde Gizem'e istemeden değdirir gibi oldum. Bildiğim bütün duaları okuyordum. Eski arkadaşım olması bir yana, beni otobüsün içinde ırz düşmanı ilan edebilirdi. Sıkıntılı yolculuğuma bir de bi' otobüs dolusu dayak yeme korkusu  eklenmişti. Soğuk terler dökmeye başladım. Daha fazla dayanamayıp kulaklığı takmaya karar verdim. Mp3'üm en son kapadığım şarkıda kalmıştı ve açtığımda devam etti. Felaket gürültülü bi' hevi metal şarkısıydı ve beni sakinleştirmek yerine, bünyemdeki gerilimi kat be kat arttırdı. Diğer yanımda duran yaşlı amca omzumdan beni dürttü ve ellerini kulaklarına götürerek kulaklıklarımı çıkarmamı işaret eden denyoca hareketler yapmaya başladı. Kulaklığı çıkarıp terbiyeli genç görüntüsü takınarak "Buyrun amcacım" dedim. "Evladım kıssana biraz şunun sesini, sabah sabah insanları rahatsız etmeye hakkın yok". diye beni uyardı. O an yaşlı amcanın ağzının ortasına bi' tane yerleştirmemek için kendimi zor tuttum. Patlama noktasındayım. Yeni güne berbat düşüncelerle uyanmış, aç, bozuk bir miğde ve tatsız bi' ağızla sabahın köründe kalabalık ötesi bi' otobüse binmiş, 4 yıldır hiç görmediğim bir arkadaşıma yanlışlıkla değdirmiştim ve işe gidiyordum. "Haklısınız amca, zaten her yaşı ilerleyen insan gibi ben de hevi metalden vazgeçme sürecindeyim, artık daha sakin müzikler dinliyorum ama mp3 pileyırım karışık modda çaldığı için bu şarkı denk geldi öyle, kusura bakmayın" dedim. Ben bunları söylerken vokalist kulaklıklarımdan hayvan gibi bağırmaya ve ölüm, savaş, vahşet gibi iğrenç şeylerden bahsetmeye devam ediyordu. Yaşlı amca anlamsızca suratıma baktı, sonra da kafasını çevirdi. Next tuşuna bastım, nispeten daha sakin bir hard rock eseri çalmaya başladı. Sesi de az bi'şey kıstım. Yaşlı amca bu sefer de beni uyaracak olsa, "Ganzın rozıza laf ettirmem aga" diyerek kendisini tartaklayabileceğimi hayal ettim. Tüm bunlar olurken Otobüs avcılara varmıştı. Gizem benden önce indi. Biraz oyalanıp ilerlemesini bekledim. Duraktan merdivenlere doğru yavaşça ilerlerken Gizem'i seyrettim. Bi' sigara yaktım. İşte ordaydı... Gizem... O gudubet, kilolu Gizem gitmiş, yerine gül yüzlü, güzel fizikli bi kız gelmişti...


...
Birbirini tanıdığı halde karşılaşınca selamlaşmayan insanlar vardır. Neden böyle yaptıkları hakkında gerçekten hiç bir fikrim yok..

Mutlu Noeller


 İşte son renkli yıldızı da asmıştım. Yılbaşı ağacımız tastamam olmuştu. Işıklarıyla, süsleriyle, altında noel gecesi açılmayı bekleyen hediyeleriyle karşımızda duruyordu. Tüm noel haftası boyunca geçirdiğimiz sevgi dolu zamanların çok güzel bir simgesi gibiydi. Derken ansızın Thomas girdi içeri. "Hoo hoo hooo! Sevgili dostum Ozzy, nasılsın? Bakıyorum da çam ağacımızı üsülemeyi bitirmişsin bile, hah hah hah!" diye gülerek yanıma yaklaştı. Kendine ve bana hazırladığı sıcak çikolataları getirmişti. Birini bana uzattı. "Teşekkür ederim kadim dostum Thomas, çok incesin." diyerek alçakgönüllülükle karşıladım genç adamı. 
- Jane hala nerde, geceyarısına çok az bir zaman kaldı. Yeni yılı onsuz karşılamak istemem doğrusu!
Gülümseyerek cevapladı beni Thomas;
- Odasında, çocuklara noel masalları anlatıyor. Birazdan burada olurlar.
- Bu gerçekten çok iyi. Noel haftası boyunca söylediğimiz şarkılar, anlattığımız masallar... Gerçekten Jane çok iyi bir insan Thomas, onunla birlikte olmak çok güzel olmalı seni şanslı serseri! diyip omzuna şaka anlamı içeren hafif bir yumruk attım. .. 


    Biraz sonra çocuklar girdi içeri. Önce Wendy'i gördüm. Koşarak omzuma bacaklarıma sarıldı; "Ozzy amca!" Sıcak çikolatam  dökülür gibi olmuştu. Bardağı bi kenara bırakıp Weny'i kollarıma aldım. Henüz 9 yaşında, sevimli mi sevimli bir kız çocuğuydu. Tam ona süslemesini yeni bitirdiğim yılbaşı ağacını gösterecekken kardeşi Malvin girdi içeri. Hiç birşey söylemeden, yüzünde devasa gülümsemesi ve parlayan gözleriyle yanımızda durarak yılbaşı ağacını izlemeye koyuldu. Ben, çocuklar, Thomas, hep birlikteydik. Ansızın Jane de, bütün güzelliğiyle yanımızda bitiverdi. Çocuklara masal anlatmış, yüzünde tatlı bir gülümemeyle yanımıza gelerek eşi Thomas'a sarıldı. Birlikte noel şarkıları söylemeye başladık. Dışarıda kar yağıyordu. Evin sevimli köpeği Alice kapını eşiğinde uyukluyordu ve harika bir noel haftasının ardından harika bir noel gecesi bizi bekliyordu...

                                                                                 
işin gücün yok mu hacı dayı senin?

    Peşi sıra öksürüklerle uyandım. Yatmadan önce odayı havalandırmayı unutmuştum. Masanın üzerinde duran devasa küllük tepeleme sigara izmaritiyle doluydu ve odanın içine sigara dumanı sinmişti. Ayaklanıp camı açtım. Hava buz gibiydi ama sıcak yataktan kalkmış olmanın verdiği ısıyla soğuğu pek hissetmedim. Hiç zaman kaybetmeden bi sigara yakıp üstüme bi kazak geçirdim. Sigaramı camda içerken, "Ne biçim rüyalar görüyorum lan, iyice arsız gibi olduk .mına koyiim.." diye geçirdim aklımdan. "Tamısmış, ceynmiş, sevimli köpek alismiş. Şirinevler'de oturuyorum lan ben, ne noelinden bahsediyosun arkadaşım sen!"... Kendi kendime konuşuyordum. "Ama bi' sıcak çikolata fena olmazdı haa.." diye de ekledim bu düşüncelerime. Sigarayı camdan salladım. Dolu küllüğü alıp mutfaktaki çöpe boşalltım. Bi' bardak su içip odaya geri dönmek üzere koridorun yoluna koyuldum.

    Odaya geldiğimde gördüğüm saçma sapan rüya yüzünden kendime olan sinirim giderek artıyordu. Rabbim bi' şekilde bana imkan verse de, o tamısında jeynin de ağzını yüzünü kırsam diye geçiriyordum içimden. Bi'şeyler yapmalıydım. Bi'şeyler yapıp o tamıs denen şerefsize haddini bildirmeliydim. Aileni de, köpeğini de, çam ağacını da al, s.ktir git rüyamdan demek istiyordum i.neye. Acaba vakit kaybetmeden tekrar uykuya dalsam, aynı rüyadan devam edebilir miyim diye düşündüm. Daha önce ucundan da olsa başarmıştım, hem de istemeden. Bu sefer kendime bir misyon yüklemiştim, neden olmasındı? Camı ve ışığı hızlı bir şekilde kapayıp hemen yatağa uzandım. Eğer başarabilirsem, tamıs i.nesini çok boktan bir noel gecesi bekliyordu..

Bahçeli Ev

"Geç, içeri geç" dedim. İşte yine kapımdaydı. sessizce içeri girip pencereye yöneldi. Dışarıda yağan yağmuru izliyordu. Gideli daha iki gün bile olmamıştı...
Pek olmadı bu semte taşınalı, 6-7 ay falan.. Tanıdığım tek insan biraderimin çocukluk arkadaşıydı başta, sonraları bi'kaç esnaf sağolsun muhabbetlerini esirgemediler. Cengiz abiye iki bira borcum var, unutmadım. Arada sırada ufak çaplı yangınlar yaşadığım bi evim var. Bira güzel, abimle muhabbet güzel, ama ev güzel değil. Dostum dediğim, ufacık veletken tanıştığım insanlarla çok az görüşmeye başlamıştım ve diğer insanların muhabbetleri bi süre sonra sıkıcı olmaya başlamıştı. "Kardeşim" dediğim insanlar tanıdım geçen bu zamanda, işyerinde, ona eyvallah. Ama yine de olmuyordu. Eksik birşey vardı..
İstanbul'da Hadımköy diye bi' yer var. Şehrin daha çok "bilinen" köylerinde oturan insanlar, bu semtin adını daha önce hiç duymamıştır, eminim, öyle bi yer. Bi' de bu Hadımköy'ün yolu var. O yoldan basıyosun 418'le, hoop Avcılar'dasın. Kırk beş dakika sürebiliyor, saate göre. Ordan metrobüsle Şirinevler 20 dakika falan. Tak, iniyosun 5 dakika yürüyosun, evdesin. Klasik bi gece vardiyası dönüşü. Evden çıkıp tekrar işe gitmem için beş saatim var bu 5 saatte tüm insani ihtiyaçlarımı gidermem gerekiyordu, buna uyku da dahil. Evin olduğu caddeye doğru yürürken, cep telefonumun saatine baktım. Tam olarak on iki otuz altıyı gösteriyordu. Karşıdaki tekele uğradım. "Selamın aleyküm" diyip bira dolabına yöneldim. iki bira bi' de uykusuz alıp parasını ödedim. Tam çıkacakken geri dönüp"Haa Cengiz abi sana iki bira borcum var dur onu ödiyim yaa sana"dedim. "Bi' de abi ben ÖTV zammından önce aldım o biraları, şimdi sen zamlı fiyat çekersin kekekekeke" diye de iğrenç bi' espri yaptım. Cengiz abi donakalmıştı. "heh-heh" diye gülüp "Olur mu hiç öyle şey yeğenim varsa beş lira ver." dedi. İşler kesattı ve bu durum Cengiz abinin canını sıkıyordu. Cüzdanımı karıştırdım, beş lira yoktu. O gün giydiğim giysilerim totalde sekiz cep taşıyordu; hepsini kontrol etmem uzun sürebilir, iki iş günüm arasındaki beş saatlik kısacık zamanımın afedersiniz .mına koyabilirdi. Cüzdanı tekrar kıç cebime koyduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, "Abi ben üstümdeki son paramla bu biraları aldım şimdi senden, hiç kalmamış, ben beş lirayı yarın veriyim sana" dedim. Ortam iyice buz kesmişti. "Hadi kolay gelsin abi sana" diyip oradan uzaklaştım. Eve gelip mutsuz bir şekilde biralarımı yudumlamaya başladım. Açtım Umut Sarıkaya'yı okudum, Uğur Gürsoy'un eski işleri vardı. Bi' tanesi dışında diğer karikatürlerini okumuştum. Dergiyi bi kenara bıraktım. Son bi'kaç yıldır telefon taşımayan dostum Gürcan'ın iş yerini arasam mı? diye düşündüm. Sonra "Kontür çok girer lan" diyerek vazgeçtim. Bir diğer sevgili kardeşim Fatih'i aradım, telefonu kapalıydı. Akşam çalışıyordum zaten, paslaşmamız olasılıklar dahilinde değildi. Yine de Parseller semtinin mütevazi bir pileysiteyşın kafesinde pes turnuvası kapışmak biraz kafamı dağıtabilirdi. Messi'nin harika çalımları ve Çavi'nin oyunu okumaktaki yeteneğini sanal dünyada sergilemek güzel olurdu ama ben bu keyfimi ertelemek zorundaydım. Vazgeçip önümdeki birayla ilgilenmeye karar verdim. Uykum vardı, yorgundum ama alkol ve müzik keyfimi biraz olsun yerine getirmişti. Çalan müziğe bağıra bağıra eşlik ettim. Sonra daha sakin şeyler dinledim...

                                                                                   
Sanal alemde sıklıkla forwardlanan...
Bi' ara bahçe kapısından tıkırtılar gelmeye başladı. Her bir pati darbesi, "Beni içeri al, açım ve üşüyorum" dercesine kapıda yankılanıyordu. Bahçe kapısını açtım,"Geç, içeri geç" dedim. Geçen gün odayı havalandırmak için camı açtığımda da ordaydı. Serseri gibi sormadan etmeden odama girmişti, karnını doyurup tekrar bahçeye salmıştım. Özlemiş demek ki, iki gün olmadan geri gelmişti. Pencereye yönelip dışarıda ki yağmuru izledi biraz. Salam verdim, yedi. Biralarımı içip müziği kapattım. Yapıcak bi'şey yoktu ve evden erken çıkmaya karar verdim. Bahçe kapısını kapadım, "Takıl bugün evde, ısınırsın lavuk" diyip evden çıkmak üzere yola koyuldum. Ertesi akşam serbesttim ve pileysıteyşın oynamak güzel olabilirdi..

Etiketi Kaldır

 Yatağa uzanmış, babasının ona yeni satın aldığı küçük dizüstü bilgisayarıyla internetin maksimum keyfini çıkarıyordu. Facebook'ta kız arkadaşlarının fotoğraflarına "çk tatlısn şekrm""ay o senn tatlılığn bebişm" şeklinde ki yorumlar yapmaktan tutun, youtube'dan son çıkan popçuların kliplerini izlemeye kadar, sıradan bir Türk kızının internette yapabileceği herşeyi yapıyordu. Keyifli olduğu her halinden belliydi. Bense, bir masaüstü bilgisayarı insanı olarak, onun hemen sağ çaprazında, arşivime yeni indirdiğim old school diye tabir edilen şarkıları dosyalama işiyle meşguldüm. Arada bir hatırladığım şarkıları açıyor, çalma listesini karışığa alıp yeni parçalar keşfetmeye uğraşıyordum. Ama youtube'dan takıla takıla ilerleyen bilimum Serdar Ortaç ve benzeri insanların şarkıları bu zevkimin içine ediyordu. Dayanamayıp "Bebeğim, istersen şarkıyı önce pauslayıp dolmasını bekle, takılmadan dinle bari. Zaten müzik adı altında dinlediğin şeylere anlam veremiyorum, bari takıla takıla iyice işkenceye dönüştürme şu olayı.."  diyerek uyardım güzel kız arkadaşımı. Bi' iki saniye cevap gelmedi. Sonra aniden "Efendim aşkım, anlamadım?" dedi. Bilgisayarın başından kalkıp hiç bi'şey söylemeden yanına uzandım. "Seni diyorum, çok özledim diyorum, biraz sarılıp öpebilir miyim acaba diyorum" dedim. Yaaa maaa ık mık derken boynuna bi buse kondurdum. Telaşlı ve heyecanlı bi' ses tonuyla bir anda lafa girdi; "Aaa bi'tanem bak Caner bizi bi' resimde etiketlemiş!" dedi. "Aç bakiyim" dedim. Sevdiceğim o güzel parmaklarıyla resme tıklayıp açtığında başımdan aşşaa kaynar sular boşalmıştı. İlk bakışta sayısını belirleyemeyeceğim kadar çok ve çeşitli renklere boyanmış onlarca civcivle karşı karşıyaydım. "Bu ne lan? Ne ki bu şimdi? Amaç nedir bunda?" diye saçma sorular sorabildim sadece. "Ayyy çok tatlılar di miiii?" dedi."Tatlılar da, benim ve tanımadığım bi sürü insanın ismi maus imlecini üstlerine götürünce niye çıkıyor ki bunların üstünde?" dedim. "Yaa ne kadar kabasın. Çocuk etiketlemiş işte bizi çok sevimli bence." diyerek üsteledi. Caner Buse'yle yaşamaya başladığım ilişkiyle birlikte hayatıma giren birçok isimden sadece biriydi. İkili muhabbetimiz vardı ama Buse'yle aynı ortamda bulunmadıkça hayatta arayıp ta "Nabıyosun moruk, görüşelim yaa" diyeceğim bi insan değildi. Sokakta görsem işim olmazdı. Sakin ve emin adımlarla yataktan kalkıp kapıya doğru yöneldim. "Nereye gidiyosun?" diye sordu Buse."Su içip gelicem bebeğim" diyerek geçiştirdim. Masanın üzerindeki telefonumu da çaktırmadan yanıma alıp salona yöneldim.

                                                                                
"Ekranı çok küçük hacı" geyiğine maruz kalan

    Salonun ışığını hiç açmadan telefon rehberinden Caner'in ismini bulup arama tuşuna bastım. Bant kaydında ki kadın az bir bakiyemin kaldığını, ama buna rağmen telefonumun bağlanacağını söylerek beni uyarmaya çalışır çalışmaz no'ya basıp tekrar Caner'i aradım. Bi'kaç kez çaldıktan sonra Caner telefonu açtı. "Aloooo, kanka naaaaber yaa? Hayırdır akşam akşam?" diye, olağanca yavşaklığıyla cevapladı telefonu. "Hayırdır hayır." dedim. "N'apıyosun Caner, hayat nasıl gidiyo'?" diye de ekledim. "İyi yaa nabiim kanka, Sevdalarla bi kafede oturuyoruz nargile falan işte, sen nabıyosun?" dedi. "İyi nabim, Buseyle evdeydik işte biz de öyle" diyerek geçiştirdim sorusunu. Buse'yle aynı evde bulunmamdan mütevellit yavşakça espriler yapmasına izin vermeden hemen konuya girdim. "Bizi etiketlemişsin feysbukta bi resimde, hayırdır moruk?" diye sordum. "Ne resmi kanka o yaa?" dedikten sonra bi'kaç saniye karşılıklı sustuk. "Heaa civcili resmi diyosun hacı sen" dedi. "He a.mına koyim he civcivli resmi diyorum!" dedim. Sinir katsayım artıyordu. "Nası ama, çok şekerler di mi, herkesi etiketledim bi' de, yorum yapsanıza kanka o resme Buse'yle" dedi. "Buse çoktan yapmıştır yorumunu sen yorma kafanı da, benim ne işim var lan o resimde, sen bana bunu açıkla" diyerek sertlik seviyemi arttırdım. "Niye hacı yaaa, ne güzel maksat muhabbet olsun işte, beğenmedin mi, sert çıktın sanki ehehe.." diyerek, tüm o sevimsiz enerjisi ve pozitifliğiyle cevapladı beni. Yumruğumu sıkıp dilimi dişlerimin arasında katlayıp bi iki saniye sinir krizi geçirdim. Caner telefonda "alo alo, orda mısın?" diye çırpınadursun, sakinleşmeye çalışıp lafa girdim. "O'lum bak ben böyle şeylerden hoşlanmam, benim bi' tarzım var. Civcivli resim neyin nesi lan şerefsiz piç!" diye haykırdım telefonda. "Oziiii, sakin ol kanka bak çok büyütüyosun yakışmıyo sana. N'oolmuş yani alt tarafı civciv işte, utanma yani böyle şeylerden.." diyerek sakinliğini ve pozitifliğini korumaya devam etti. İyice uyuz olmaya başlamıştım. "Yaaa s.ktirgit, kaldırıyorum etiketi o resimden, bi' daha da böyle saçma şeylere beni katma, s.kerim senin belanı bak şimdiden söylüyorum" diyip telefonu yüzüne kapattım ibnenin...

                                                                               
Bunun mantıklı bi açıklaması olamaz

    Tam salondan çıkmış, çaktırmadan odaya döneceken koridorun başında, ellerini beline koymuş bir halde durduğu yerden bana bakan Buse'yle karşılaştım."N'ooldu hayatım? Bi' sorun mu var?" diye sordum. Telefon konuşmama kulak misafiri olduğu çok belliydi. Aptala yatmam daha da kızdırmış olabilirdi kendisini. Sinirli genç kız pozunu hiç bozmadan "Bu neydi Ozan şimdi?" diye sordu. "Ebenin .mıydı" demek geldi içimden, ama diyemedim. "Ne neydi aşkım?" diye salak gibi, aptal gibi soruya soruyla cevap verdim. O an ki yüz ifademi fotoğraflayıp bana gösterseler, eminim kendimden tiksinirdim. "Bırak şimdi, bilmiyomuş gibi yapma. Bi' resim yüzünden çocuğun kalbini kırdın. Ara şimdi özür dile" dedi. İyice çıkmaza girmiştim. Çaresiz bir erkek arkadaş rolünü oynuyordum istemeden. Hem suçlu hem de güçlüydüm. O halde güçlü kollarımla neden sevdiceğime sarılıp bu tatsızlığı burada noktalamıyorum diyerek Buse'ye sarılmak için hamle yaptım. Ben hamlemi yapar yapmaz kendini geri çekip, "I-ıh, arayıp özür dileyene kadar konuşmuyorum senle" dedi. İnanın dostlarım, o Caner ibnesi o an yakınımda bi'yerlerde olsaydı, o rengarenk boyanmış civcivleri tek tek g.tüne sokardım, yapardım bunu. Ama bunun yerine, ilişkimi kaybetmemek için alttan alarak, "Tamam yavrum haklısın eşşeklik ettim, ararım yarın gün içinde falan.." diyerek biraz olsun konuyu ortamdan uzaklaştırmaya çalıştım, lakin yemedi. "Hayır hemen şimi arıcaksın" diye üstüme geldi Buse. "Yaa yavrum şu an çok sinirliyim konuşamayabilirim, yarın sakin kafayla ariyim işte hem daha iyi olur" diye çabaladıysam da olmadı. Her konuda haklı çıkmayı becerebilen ısrarcı kız arkadaş karşısında çaresiz bir erkek durumundaydım. "Temem yeeaa" diyip tekrar telefonumdan Caner'in numarasını yesledim. Telefon çaladursun, diğer elimde ahizesini kapatarak Buse'ye döndüm, "Yaa yavrum yanımda durma bari konuşurken, rahat konuşamam bak" dedim. "Olmaz hiç biyere gitmiyorum, dinlicem seni" dedi. O an, hızlıca ilişkimi gözden geçirdim. "Lan" dedim, "Kim ki bu insanlar, bi' kızla beraber ansızın hayatıma girdiler. Bu da yetmezmiş gibi mora maviye falan boyanmış civcivler yüzünden lavuğun tekinden özür diliyorum üstüne üstlük, napıyorum lan ben" gibi düşüncelere daldım. Tam bu esnada telefondan Caner i.nesinin sesi geldi. "Efendim" diyordu kırılgan bi ses tonuyla. Pozitif enerjisi gitmiş, yerini üzgün bir ruh hali almış gibiydi. Düşünceler aklımda şimşek gibi çakmaya başladı. Kıçı kırık bi' kız istiyor diye uyuz bi' heriften özür dilemeyi kabullenemiyordum. En sonunda ne olacaksa olsun lan deyip başladım telefonda Caner'e giydirmeye. "O'lum sen ibnemisin lan? Hiç üşenmeden civciv resminde etiketliyorsun beni. Ne hakla yapıyorsun lan bunu. Hem ben iflah olmaz bir hayvanseverim, bilmiyor musun bunu? Her ne kadar şiddete yönelik metal ve gangsta rap müzikleri dinliyosam da, çeşitlere renklere boyanarak eziyet edilen civcivlere acıyacak ve onlar için üzülecek biriyim ben. Beni bu zulüme ve rezilliğie internet yoluyla alet etmeye hakkın yok, s.ktirgit şimdi gözüm görmesin bi' daha seni" diyerek telefonu bi'kez daha yüzüne kapattım Caner'in. Arkamı döndüm. Buse yaşlı gözlerle bana bakıyordu. "Hayvansın sen, pislik, çekil dokunma bana, bu ilişki burda bitmiştir!" diyip ağlayarak odaya koştu. Resmen boyalı civcivler yüzünden bir ilişkini sonuna gelmiştim. "Lan ne halin varsa gör, zaten çok farklı kafalardaydık senle, sırf güzel ve seksi bi kız olduğun için takılıyodum senle" dedim bi' sinirle. İyice sıçmıştım sanırım. Ama bi' yerde de haklı olduğumu düşünüyodum. Çok hızlı hareketlerle montunu giyip çantasını aldı. Elleri titriyordu. Evin kapısına gelip ayakkabılarını giydi ve çıkmadan önce "Bi daha beni arama, terbiyesiz pislik" deyip kapıyı vurarak ortamı terketti.


    İki tane peşpeşe sigaradan sonra sinirim biraz yatışmış gibiydi. Salonda on dakika kadar hiç bi'şey yapmadan öylece oturmuştum. Montumu giyip evden çıktım. karşıdaki tekelden iki bira alıp eve döndüm. Odaya geldiğimde yatağın üzerinde açık duran dizüstü bilgisayarı gördüm. O aceleyle unutuvermişti. Feybuku bile açıktı. Çıkış yapıp kendiminkini açtım. Civcivli resmi bulup "remove tag"yaptım. Feysbuku ingilizce kullanıyordum...

Düşeş

"Bu böyle olmaz aga, bu şekilde yürümez. Bütün gününü internetin başında bira içerek geçiremezsin o'lum. Bi'şeylerin parçası olmalısın. Hayat sokaklarda akıp gidiyorken sen burda böylece g*tünü yayarak vaktini harcayamazsın. Kendine birazcık saygın varsa yapmamalısın bunu.." dedim. 


                                                                                
Yasal Uyuşturucu


Bütün gün yaptığı gibi bilgisayarın başındaydı. Tanımadığı bir kızla internetten tavla oynuyordu. Hatta bu hiç görmediği kızı yazışarak tavlayacağı hayaliyle yanıp tutuşuyordu. "Sana diyorum lan alooooooooo!" diyerek oturduğum koltuktan ayaklandım. Masasının üzerinde duran, içinde bi'kaç yudum kalmış birasını fondipleyerek hızlıca yerine koydum. "Kalk lan kalk, yürü dışarı çıkıyoruz, sosyalleştirecem seni!" diyerek kolundan tuttum. Hızlıca kolunu geri çekerek"Bırak o'lum yaaa hastamısın? İyiyim ben böyle.." dedi. "O'lum çürüdün lan burda, g*tü göbeği saldın, iğrenç bi' insan oldun. 25 yaşındasın sen, biraz büyük düşün artık!" diyerek son ikazımı yaptım. Yine dinlemedi. Sessizce tavla oynamaya ve klavye üzerinden hayaller kurmaya devam etti. Baktım sonuç alamıy'cam, hemen bi'kaç arkadaşımı arayıp yılbaşı gecesini bizim evde geçirmek üzere davet etmeye karar verdim. Telefonumun rehberine girip önce Selin'i aradım. Bi'kaç kez çaldıktan sonra Selin telefonunu açtı. "Alo, na'ber Selin'cim yaaa nasılsın, na'bıyosun?" diye sordum. "İyi canım hazırlanıyo'dum. Taksim'e çıkıcaz bi' yarım saate, sen na'bıcaksın?" dedi. "Kızım delimisin yaa Taksim'e gidilir mi yılbaşında, tacizcisi var, sapığı var, hırsızı var. Hem aşırı kalabalıktır orası, bi' bok anlamazsın gittiğinden.." diyerek hemen Selin'i taksim planından vazgeçirmeye çalıştım."Yaa canım haklısın da arkadaşlara söz verdim gitmezsem çok ayıp olur ama" dedi. "Yaa ama bak Orçun da burda, bi' iki kişi daha çağırırdık, alkol-muhabbet falan eğlenceli olurdu bence" diye ısrar ettim."Yaa valla sözüm var kankilere canım, gitmem lazım" diyince benim tepem attı. "Kankilerinin a*ına koyiim" diye içimden geçirerek, "Taam Selin'cim taam. Gözde'yle bize gelir misiniz diye sorucaktım ben de. Ama anlıyorum ki zerre değerim yokmuş benim senin gözünde. Taam taaam." diyip telefonu suratına kapattım.
Onları hatırladınız değil mi?
Ben burda çok sevdiğim bir arkadaşımı içine düştüğü zavallı durumdan kurtarma planları yaparken beni böylece reddeden bir insanın peşinden daha fazla koşamazdım. "N'ooldu lan satışa mı geldin?" dedi oturduğu yerden. "O'lum ben burda senin için bi'şeyler yapmaya çalışıyorum, sen hala ta..ak geçiyosun, ağzını yüzünü s.kerim senin bak!" diyerek tehdit ettim Orçun i.nesini.  "Sakin ol şampiyon, ben senden iyilik falan dilemedim. Ben halimden memnunum, biramı yudumluyorum, netten hatunlarla tavla oynuyorum, iyiyim yani ben böyle. Sen kendi kendine gelin güvey oldun orda aslanım. Ayrıca bi' daha sormadan biramı içersen, a*ına koyarım senin  bilmiş ol!" dedi. Kalakalmıştım. Zaten Selin tarafından satışa getirilmiş bünyem, Orçun'un bu sakin ama etkili çıkışıyla iyice sarsılmıştı. Her şeyden çok o "şampiyon" lafı koymuştu. Tam kendine yerde duran ikinci birasını açacakken eline yapıştım, "Kanka, bak seni çok seviyorum, yıllardır arkadaşız, aylardır aynı evi paylaşıyoruz ama ağzını yüzünü kırdırttırma bana, akıllı ol, s.kerim belanı senin!" dedim. Sakin olmaya çalışıyordum ama kalbim hızla çarpıyordu. Ev arkadaşımla olası bir kavganın eşiğindeydim ve geri adım atmaya da niyetim yoktu. Ben onun için çabalarken, o umursamaz tavırlarıyla üstelemeye devam ediyordu. Karşılıklı bir süre daha küfürleşip birbirimizi anlamsızca tehdit ettikten sonra durulduk. Salona gidip bi' sigara yaktım ve ikili koltuğa yanlamasına uzandım. "S.kerim lan, ne hali varsa görsün, ben mi uğraşıcam.." diye kendi kendime söylenerek telefonumun rehberine girdim. Gözde'yi bulup aradım. Selinlerle birlikte Taksim'e gitme olasılığı yüksekti ama, şansımı denemeye değerdi. Telefonu açtı, güzel, ince ses tonuyla "Alo!" dedi. Gözde, bebeğim naaaa'ber?" diye yavşak bi' girizgah yaptım. "İyi bebeğim senden naaaa'ber" diyerek o da yavşakça devam etti."Gelsene bu akşam bana, bira felan içeriz, muhabbet ederiz. Evde geçirelim yılbaşını, dışarısı aşırı kalabalıktır şimdi, çıkmaya gerek yok.." dedim. "Aaaa, süper fikir bebeğim, benim de bi' planım yoktu zaten.." dedi. "Aynen yavrum, bekliyorum o zaman." dedim. "Dur Çiğdem'i de ariyim o da naap'sam diyodu kesin gelir." dedi. "Tamam canım gelirken ararsınız çıkarım ben de alışveriş falan yaparız, bekliyorum." dedim. "Tamam ari'ycam ben seni." diyip telefonu kapattı.


Koltuğa sırt üstü uzandım. Keyfim yerine gelmişti. Bi sigara daha yaktım. Gözlerimi salonun  kapısına doğru çevirip "Laaaaan, Orçun i.nesi, şanslısın yine g.t"diye bağırdım. Orçun'dan ses gelmedi. Kumandaya uzanıp televizyonu açtım."Çiğdem daha güzel lan, ona mı yazsam acaba?" diye içimden geçirip Gözde'nin telefonunu beklemeye koyuldum....

Sıcak bir bayram günüydü

yaz sonuydu, pazardı, bir bayram günüydü ve biz anlamsız bir şekilde çalışıyorduk. tüm bunlara rağmen bugünde işyerinde olmaktan zerre şikayetçi değildim. çünkü o da burdaydı. işe başlayalı çok olmamıştı. henüz yeni tanışıyor sayılırdık ve muhabbetimiz şimdiki cıvık halini henüz almamıştı. çok hoş bir kızdı. merhaba- merhabanın bir sonraki seviyesindeydik, çekingen şakalaşmalar, hiç bişey konuşmadan karışılıklı "merhaba" anlamındaki gülümsemelere kadar gelmiştik. hoş bir kızdı, ismi merve'ydi, muhabbet ediyorduk ve pazar günü bayramda çalışıyor olmam canımı hiç sıkmıyordu.

konuşuyorlar


 koca şirkette 5-6 kişiydik. öğlene doğru yandaki lokantadan yemek söyledik. siparişler gelince herkes yemek masasında toplandı ve önlerindeki yemeklerle ilgilenmeye başladı. bir ara merve'yle muhabbete daldık. her yeni tanışan iki insan gibi ilgi alanlarımızdan bahsediyorduk. arada espriler yapıp onu güldürmeye çalışıyor, bunu başarınca da çok mutlu oluyordum. muhabbet devam ederken, bi süre sonra tam karşımda oturan eleman lafa karıştı. "ne anlatıyosun aslanım sen?" dedi. başta üstüme alınmadım ama masada benden başka konuşan olmadığını farkedince dönüp mert'e baktım. yemeğin bi kısmını yemeyip bırakmış, kürdanla dişlerini karıştırıyordu. bir katilin kurbanına baktığı nefreti bakışlarıma takınarak gözlerimi mert'e diktim. "eyvah, kesin dengesiz dengesiz konuşacak şerefsiz" diye geçirdim aklımdan. "ne diyosun oğlum sen, kız işe yeni başlamış, hemen yazılıyosun. iş arkadaşımız lan o bizim, bacımız bir yerde" diyerek lafını devam ettirdi. tam tahmin ettiğim gibi aptalca konuşuyordu. merve'ye döndüm, o da bana baktı. mert'le henüz muhabbeti yoktu ve onun bu fevri çıkışından sonra tedirgin olmuş bir hali vardı. gözlerimi kırpıp başımı hafifçe eğerek sakin olması gerektiğini işaret ettim. tekrar mert'e dönerek."oğlum hasta mısın lan sen? ne yazılması, tanışıyorum işte kızla. kötü bi'işey mi yani bu?" diyerek alttan aldım. "ne tanışması lan it, resmen içine düştün kızın!" diyerek denyo denyo konuşmaya devam etti. daha fazla alttan almanın bi anlamı olmadığını farkedip merve'ye döndüm. "merve'cim, biliyorum tanışalı pek zaman geçmedi ama müsaade edersen bi-iki çift küfür etmek istiyorum şu or*spu çocuğuna" dedim. gözlerini devirip başını hafif öne eğdi ve utanarak gülümsedi. bu hareketinden gerekli müsaadeyi aldığımı hissederek ani bi şekilde bakışlarımı mert i*nesinin gözlerine kilitledim. "oğlum bak senin ananı bacını s*kerim, göt!" diye çıkıştım. "ne lan kızın yanında saçma saçma konuşuyosun, beni de rezil ediyosun. hem ben sen miyim her gördüğüm kıza yazayım" diye de devam edip, mert'i insanların önünde küçük düşürmeye çalıştım. masadaki herkes buz kesmişti. merve dışında bir kız daha vardı ve yemeğini bırakıp hızlıca ağzını peçeteye silerek ortamı terk etti.  mert bi anda ayağa kalkıp "oğlum akıllı ol, oyarım allahıma seni"diyerek beni tehdit etti. küçük düşmüş bi insandan çok, avını parçalamaya gelen bi leopar görüntüsü çiziyordu. bir isyan belirtisi olarak tabakta yarım kalmış yemeğimi masanın ortasına doğru hafifçe ittim ve "senle mi uğraşıcam yaa, hayatta senin seviyene inmem dostum" dedim. ardından elimdeki çatalı masaya fırlattım, ancak elimin ayarını tam yapamamış olucam, çatal masada kalmadı, fiyuup diye mert'in üstüne uçup, bacağına çarptı ve yere düştü. bi anda dellenip masanın yanını hızlıca turlayarak seri adımlarla yanıma geldi. tam yanımda dikilip "derdin ne oğlum senin ha? derdin ne" diye sormaya başladı. belli ki kavga istiyordu. merve de yazık korkudan ne yapacağını şaşırmış halde, "yapmayın ozan hiç gerek yok yaa" diyerek kolumu tutuyordu. ayağa kalktım, göz göze geldik. bi yandan mert'e bakıyor, bi yandan "daha ilk günden şerefsizin yaptığına bak yaa, sıçtı kızla muhabbetin içine" diye içimden geçiriyordum. "bak dostum benim derdim senle değil. sen durup dururken lafa karıştın, senin yaptığın resmen şerefsizliktir lan!" diyerek, az önceki analı bacılı küfürleri, şerefsiz kelimesi seviyesine çektim. zira mert iri yarı bi insandı ve olası bir kavgada rahatlıkla ağzımı burnumu kırabilirdi. dilini dişlerinin arasında katlayarak yumruğunu havaya kaldırdı. tam ben "eyvah kavga var, pis dayak yiyecez"diye düşünürken masadakiler gerginliğin daha fazla büyümesini engelleyerek araya girdiler ve mert'i ortamdan uzaklaştırdılar... 


o gün densizliği yapan mert i*nesiydi. ama ağza alınmayacak küfürleri ettiğim için suçlu ben oldum. merve bana bi süre soğuk davrandı. başlarda ona da uyuz oldum ama sonra hak verdim. sonraları aramız düzeldi. yaz bitti, kış geldi. bayramın üstünden çok geçti. mert işten ayrıldı. merve'yle muhabbetimiz "naber kanka yaaaa" gibi iğrenç bi kıvama geldi...


Yaratık Çocuk

  "Abla" dedim, "o çocuğu salma buraya,  bak gürültü yapıyo' uyuyamıyoruz sonra" dedim. Hiç bi'şey söylemeden yüzüme korku dolu gözlerle bakıp çocuğuna döndü ve "Ge-burıya, geç içeri" diye hafifçe bağırdı.Saat öğlen bir civarıydı ve ortalama bir normal insanın yapacağının tersine, ben bu saatte uyuyordum. Aslında uyumaya çalışıyordum zira karşı binanın zemin katında oturan teyzenin insan - yaratık karışımı yavrusu beni uyutmamak için elinden geleni yapıyordu..
        İki binanın arasındaki boşluk 3-4 metreydi ve bahsini geçirdiğim teyzenin evladı, bu dar alanı adeta kendi yarısahasına çevirmiş, delilerce bağırarak elindeki futbol topuyla sağa sola şut çekiyordu. En son bu şerefsiz evladının çektiği şut benim odamla dışarının bağlantısını kesen duvarda patlayınca "Eaaaah! S.kerim seni de, topunu da lan! .mına koduğun çocuğuna bak sen yaaaa.." diye yataktan fırladım. Müthiş sinirliydim. Hemen cama yönelerek bir hışımla perdeyi araladım. Kornişten hafif "cart" sesi geldi. Pencereyi açıp gözlerimle hemen yaratığa kilitlendim. İnanın dostlarım, o an elimde roket atar falan olsa hiç düşünmeden o çocuğu oracıkta atomlarına ayırabilirdim.

                                                                              
Hepsi iki sene sonra sigaraya başlayacak.
                                                                                 

"Şşşşşşşşşşşşşşşşşşşt! Bak lan buraya! Oyna'mıycaksın lan burda top, yürü evine!" diye azarladım pezevengi. Penceredeki annesine baktım, "Abla burası çocuk parkı diil, salma şunu buraya, bak şuracıkta gırtlaklarım çocuunu" diye tehdit ettim. Kocası cama geldi, konuşmasına hiç fırsat vermeden,"Dayı" dedim, "Bak ben gece vardiyasında çalışıyorum, gündüz uyuyorum evde" dedim. Sinirlerim iyice gerilmişti. Adam öküz Türkçe'siyle bi'şeyler geveledikten sonra karısını da çocuğuna alıp bahçe kapısından içeri girdi. Sinirim yatışmıyordu. Üstüne üstlük tüm bu saçmasapan mevzular uykumu kaçırmıştı. Camı kapamadan bi' sigara yaktım. Hızlı hızlı içip dışarı attım. Camı ve perdeyi örtüp uyumak için tekrar yatağa girdim. Aradan 5 dakika geçmeden Kapı zilim adeta bir .rospu çocuğuymuşsuna çalmaya başladı. Gözlerimi açıp yataktan fırladım. "Öldürsem ya ben bunları" diye kendi kendime bağırarak koridora koştum. Kapıyı açtım. Bu kez karşı binanın birinci katında oturan abla kapımdaydı. Yaratık doğuran teyzenin bi' kopyası gibi, sadece yaşça küçüğü. Aynı model, aynı tip, aynı insanlıktan nasibini alamamış bi kopyası gibi, kabus gibi."Ne var abla, sen ne istiyosun?" dedim. Yüzüme uzaylı görmüş masum köylü bakışıyla, "Onlar benim çocuklarıım diiiildi" dedi. Büyük olasılıkla olaylara seyirci olmuş, bağırdım veledi kendi çocuğu zannetmişti ve bunu söylemek için kalkıp kapıma kadar gelmişti. Ben ise kendimi bir kabusta olduğuma inandırmaya çalışıyor ve uyanınca kendimi Mayami sahillerinde güzel bi' hatunla kol kola mojito içerken bulacağımı temenni ediyordum. Bir sinirle kendime geldim. "Ya abla ne saçmalıyosun lan sen? Sana demedim ben onları hasta mısın sen? Yürü evine" diyip kapıyı olanca gücümle suratına çarptım. Sinir kat sayım giderek artıyordu. Odaya uğradım, bi' sigara alıp salona geldim. Uykum tamamen kaçmıştı. Üstelik saat ikiye yaklaşıyordu ve bu saatten sonra uyumanın da pek bi anlamı kalmamıştı. Sigarayı yakmamla inanılmaz bi' baş ağrısı beynimin tam ortasında belirivermişti.  Arka arkaya bi' ton küfür ettim. Her şeye küfür ettim. Kendime küfür ettim. Sigarayı söndürüp mutfağa uğradım. Bi' vermidon içip "Uyuyim bari .mına koyim baş ağrısı geçer belki.." diyerek odama doğru yöneldim. Becerebilirsem bi - iki saat uyuyp kalkıcak ve işe gidicektim. Yaratık çocuktan ses yoktu..

Şimdi Alıntı Zamanı

Okumadan yazar olmayı denediniz mi hiç? Ben denedim. Oluyor da. Ama yazdığınla kalıyorsun o ayrı. Yazabildiğinle ya da. Sonuçta sevişmeden boşalabilen insanlarız...


" Bilindiği üzere her ülkede benzer yiğitlik ölçekleri vardır. Kimi ülkede örneğin pazu gücü yiğitliğin göstergesidir. Sağlam yapılı insanlar yiğit sayılır. Kimi ülkede yiğitlik boyla posla, pazu gücüyle değil, yüreklilikle ölçülür; gözünü budaktan sakınmayanlar yiğit sayılır. Kimi ülkede sözünü sakınmayanlar, eğriye eğri, doğruya doğru konuşanlar yiğittirler. Kimi ülkede...

     Ülkelerden birinde yiğitliğin ölçüsü taşaktı. Yiğitlik orda taşakla ölçülürdü. Böyle olunca o ülkede kadınlardan yiğit çıkmaz sanılırsa da, arada yiğit, hatta çok yiğiy kadınlar da çıkar, böylelerinin taşakları olmasa bile, bunlara simgesel olarak"taşaklı kadın" denilir, bunlardan kimileri de "Amma taşaklı kadın!" diye övülürdü.

     Erkeklerden yiğit olanlara "taşaklı adam" denilirdi ve adamların yiğitlikleri taşaklarının ağırlığına ve büyüklüğüne göre ölçülürdü. En üstün yiğitlik gösterenlere "taşağı altı okka" denilirdi. O ülkede taşağı altı okka olmak, başka ülkelerdeki "halk kahramanı" ya da "devlet sanatçısı" ya da "ulusal kahraman" olmak gibi bişeydi."

Aziz Nesin'in "İğdiş edilmiş insanlar ülkesinde ayıp yeri yerinde kalmış biri" adlı öyküsünden...